5 Şubat 2009 Perşembe

GÖKÇEADA


Gökçeada, Çanakkale'nin bir ilçesi ve Türkiye'nin en büyük adasıdır.

Kısa bir gemi yolculuğundan sonra Kuzulimanı'na ulaştığınızda karşınıza çorak topraklar çıktığında (Gökçeada'nın eski adı İmroz'dur ve ''çorak topraklarda bereket tanrısı'' anlamına gelmektedir) genelde Ada'ya ilk gelenler hayal kırıklığına uğrar ama unutmayın ki bir ada uzun süre ayakta kalabilmesi için asıl yerleşimi, güzellikleri ve gizemi içerlerde saklamıştır.

Şu an pek çoğu bakir bir durumda olan kumsallar, dünyanın en temiz sahilleri olarak bilinmektedir. Aydıncık, Gizli Liman, Yuvalı, Uğurlu, Pirgos, Lazkoyu, Kuzulimanı, Sualtı Milli Parkı'nın da içinde bulunduğu Yıldızkoy, Mavikoy, Yelkenkaya en önemli plajlarıdır.

Güney sahilleri ipek gibi kum, kuzey sahilleri çakıllıdır. 30 km. uzunluğundaki Ada'nın 27 km.lik bölümünde denize girilebilir.

Zeytinliköy'de yüzyıllık geleneğin yaşatıldığı Madamın Dibek Kahvesi'nden içmeden ayrılmayın Gökçeada'dan...

17 Ocak 2009 Cumartesi

ATATÜRK EVLERİ





Atatürk’ün Türkiye sınırları içinde yaşadığı zaman içinde oturduğu, konakladığı veya kendisine hediye edilen evlerden günümüze gelenleri, restore edilip müze ev olarak korunmuştur.



Atatürk, memleketin gittiği her köşesinde kimi zaman kerpiç, kimi zaman köşk veya yayla, şehir evlerinde konaklamış, çalışmalarını bu evlerde yapmış, dinlenmiş, gecelemiş. Günümüze gelen bu evlerden bazıları yıkılmış, bazıları yangın felaketi gibi çeşitli nedenlerle ortadan kalkmışsa da bir çoğu amaca uygun olarak düzenlenmiş. Evler, o dönemi yansıtan ve Atatürk’ün kullandığı eşyalarla döşenerek müze haline getirilip ziyarete açılmış. Atatürk’ün ruhsal yapısı içinde bulunan ev sevgisi, ev töresi, ev bakımı, ev vefası, estetik duyarlılık, ince zevkleri, unutulmayan anıları gibi özellikleri yaşadığı evlere de yansımış.


Ulu Önder Cumhuriyeti kurup, Ankara da yerleşik bir yaşam biçimine kavuşuncaya kadar Türk milleti kendisini konuk edebilmek, sevgi ve saygısını gösterebilmek için çırpınmış. Ata’nın yurt gezilerinde konuk olduğu bir çok ev sahipleri tarafından koşulsuz olarak kendisine hediye edilmiş. Atatürk’ün ömrü boyunca kendi malı olan, ona özgü, kendi parasıyla alınmış veya yaptırılmış mülkü olmamış. Ankara’da Söğütözü’nde ki 25-30 metre karelik küçük kulübesinden başka evi de yok. Kendisine hediye edilen evlerin tüm anahtarlarını hastalığı sırasında noter aracılığı ile ve tapularıyla birlikte ait oldukları şehirlere, sahiplerine göndermiş, sahibi yaşamayanları da hükümete kültür hizmetinde kullanılmak üzere emanet etmiş.











BUNLARDAN BAZILARI:
SELANİK ATATÜRK EVİ
MANASTIR ASKERİ İDADİSİ
CEABAT-BİGALİ ATATÜRK KARARGAHI MÜZESİ
İSTANBUL-AKARETLER ATATÜRK EVİ
SİLVAN ATATÜRK EVİ
İSTANBUL-ŞİŞLİ ATATÜRK MÜZESİ
SİVRİHİSAR-ZAİMOĞLU KONAĞI
UŞAK-DUMLUPINAR ORDU KARARGAHI
AFYON-ATATÜRK KARARGAH MÜZESİ
İZMİT MÜZESİ-AV KÖŞKÜ
ALANYA-ATATÜRK EVİ VE MÜZESİ
İSTANBUL-DOLMABAHÇE SARAYI
SAVARONA YATI
KONYA-ATATÜRK MÜZESİ
AKŞEHİR-ATATÜRK VE BATI CEPHESİ KARARGAHI MÜZESİ
İZMİR HÜKÜMET KONAĞI ADANA ATATÜRK MÜZESİ
BALIKESİR-SACİTZADE MAHMUT BEY KONAĞI





23 Mayıs 2008 Cuma

KIYIKÖY





İstanbul'un yanıbaşında, Karadeniz sahilinde antik çağlardan bu yana yerleşim merkezi olan Kıyıköy temiz havası, bozulmamış mimari dokusu, eşsiz güzellikteki doğası, leziz deniz ürünleri ile dikkat çekiyor.

Yılın ikinci ve üçüncü ayında başlayıp, dördüncü aya kadar devam eden ve lezzetli balıklar listesinde üst sıralarda yer alan kalkan balığı ile ünlü Kıyıköy'de hem doğaya, hem tarihe yolculuk yapabilirsiniz.

Her iki yanından akarak denize ulaşan "Pabuç" ve "Kazan" adlı derelerin arasında yarımada gibi uzanan yüksek bir tepede yer alan Kıyıköy, çarpıcı coğrafyasıyla ilgi çekiyor. Karadeniz'in hırçın dalgalarıyla oyulan kıyı kayaların kimisi anıt kaya olarak, kimi de derin mağaralar olarak göze çarpıyor. Bir zamanlar korsan teknelerin saklandığı koylar içindeki dev mağaralar günümüzde de ziyaretçilerin akınına uğrarken, Kartaltepe'den görünen manzara ziyaretçileri büyülüyor. Derelerin kavisli akışıyla oluşan dairesel kumsal, yaz aylarında kampçı ve deniz severlerin gözdesi. Aynı kıyıda yer alan, önüne dek araçla gidebileceğiniz, kayalara oyularak yapılmış mağara kilise de bir başka görülmesi gereken antik kalıntı. Şehir suları, tipik köy evleri, dantel gibi işli Karadeniz kıyıları, görebilecekleriniz arasında.

Kıyıköy, bir balıkçı köyü. Dolayısıyla balık lokantalarının sayısı da oldukça fazla. Mevsimine göre değişen balık çeşitlerini taze olarak bulabiliyorsunuz. En çok bulunan balıklar, kalkan balığı, Mezgit, tekir, barbunya, karagöz. Bunun yanısıra derelerde tutulan kefal balıkları, kayalıklardan toplanan, maydanozlu, limonlu sofraya getirilen haşlanmış pavuryalar tadabileceğiniz lezzetler arasında. Kısacası Kıyıköy'de balık zengin bir balık ziyafeti çekmek oldukça ekonomik.


15 Mayıs 2008 Perşembe

GÖLTÜRKBÜKÜ


Antik Karya bölgesinde Gölköy'ün eski adı Karyanda'dır. İ.Ö. yaklaşık 6. yüzyılda yaşamış olan denizci Skylax buralıdır. Skylax Pers hükümdarı Darius'un emrinde bir amiral olarak Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu ve Hindistan yarımadası kıyılarını dolaşmıştır. Darius'un Hindistan'ı fethetmesi için önemli bilgiler içeren bu notlar denizcilik tarihine ilk navigasyon bilgileri olarak geçmiştir.

Yakın geçmişte tek bir belediye olarak birleştirilen Gölköy ve Türkbükü köyleri, şimdinin Göltürkbükü Beldesi'dir. Yabancı turistlerden ziyade yerli turistlere hitap eden bölgenin Gölköy tarafı daha sessiz ve sakinken, Türkbükü daha şaşaalıdır. Türkbükü sahili günümüzde Bodrum'un hatta Türkiye'nin en sükseli tatil yerlerinin önde gelenidir.

5 Mayıs 2008 Pazartesi

AVŞA ADASI


Avşa Adası, Marmara Denizi'nin güney-batısında yer alan, Marmara Adaları adıyla anılan takım adaları oluşturan adalardan biridir.

Kizikoslu Diogenes, Propontis Marmara Adaları 'ndan bahsederken OFİOUSA ile FİSİA"yı birbirinden ayırıyor. Pilinius bu adaya OPHİUSSA diyar diyor. Bizans tarihinde adanın ismi AFOUSİA olarak geçiyor. Toprak durumu yüzünden hiçbir zaman zengin olamamış ve bağımsız idareye kavuşamamış olan bu ada, tarihi akışına göre çevresinde hâkim olan kuvvetlerin egemenliğine girmiştir.

Ada Hıristiyan din adamları için sürgün yeri olarak kullanılmış. Ve GEDEON 'un iddiasına göre ortaçağda boş kalmış.

Adanın dört bir yanını, koylarını hergün gezi motorları ile veya kendi vasıtanızla gezebilirsiniz. Bunların en ünlüleri Çınar Köyü, Kumburnu, Mavi Köy, Değirmen, Manastır, Kumtur, Beyaz Saray ve Yiğitler Köyündeki Altın Kum'dur.

2 Nisan 2008 Çarşamba

Harbiye


Hatay ili'nde, Antakya merkez ilçesine bağlı belde. Yüzlerce yıllık bir yerleşim yeridir. Tarihsel adı 'Defne' veya 'Daphne' olarak bilinmektedir.

Antakya Bölgesindeki En Eski şelalerden birisidir. En yukarısında en aşağısına kadar belirli aralıklarla küçük, orta ve büyük şelaleler bulunmaktadır. Ana kaynaktan en aşağıya kadar yaklaşık olarak 1.5 km uzunluğundadır. Çevre İllerden gezi turları düzenlekmektedir.

Yeşil alanlarının fazla olması ve şelalelerinin güzelliği ile ünlenmiş olan Harbiye, konumu itibari ile Ortadoğu’yu Türkiye’ye bağlayan yol üstünde bulunduğundan bu ülkelerden gelen turistlerin hem uğrak yeri, aynı zamanda konaklama ve eğlence yeridir. Oteller (ikisi işletme belgeli olmak üzere toplam 5 adet otel bulunmaktadır) ve çok sayıda pansiyon yanında, halkın bir kısmı evlerininin bir kısmını yaz mevsiminde turistlere kiraya vermektedir. Turistler, genellikle Arap ülkelerinden gelmektedir.


Akçakese


Akçakese köyü, Şile- Ağva yolu üzerinde bulunuyor

Akçekese’de tipik Karadeniz evleri dikkat çekiyor. Köyün harika bir kumsalı var. Kumsal köyden 1 km ileride. Bir zamanlar MTA’nın içinde altın tozu bulduğu kumsal, birbirinden güzel küçük koylar ve adacıklarla süslü. Adacıklara yürüyerek de çıkabilirsiniz. Deniz sığ ve güvenli. Kayalıklardan olta sallayıp şansınızı deneyebilirsiniz. Fotoğraf çekmek için zengin malzeme olduğunu, piknik yapılabilecek alanlar bulunduğunu unutmayın.

30 Mart 2008 Pazar

Ayvalik & Midilli



Lozan anlaşmasından, insanları derin acılara iten, yerlerinden yurtlarından koparıp göçer hale getiren ve hala yaşananların acı izlerini yüreklerinde hisseden insanlar yaratan mübadele çıkmıştı.

Ayvalık, mübadelenin kalbiydi adeta. Hemen hemen tamamen boşalmış, gidenler bedenlerini götürüp, ruhlarını burada bırakmışlardı. Gelenler de çok mutlu olamamışlardı herhalde.
Çocuk olarak gelip Ayvalık’ta yaşlananlar veya gelenlerin çocukları, torunları, mübadeleyi mutlu birer insan olarak anlatmıyorlar. Hepsi, yüreklerinde zorunlu göçün açtığı yaraların derin izlerini taşıyor.
Mübadele’de, Ayvalık ve Cunda’ya daha çok, Midilli, Makedonya, Selanik ve Girit’ten gelen insanlar yerleştirilmişti.
Buradan da en fazla Midilli'ye gidenler olmuştu. Fakat söyledik ya, kendileri gitmiş ama yüreklerini burada bırakmışlardi. Gel zaman git zaman, yıllar geçtikçe, suyun iki yakasındaki insanlar, insan olmanın ortak paydasında buluşmaya başladılar. İki yakın komşu, aynı acılardan geçmiş, aynı topraklarda kök salmış, yemekleri, kültürleri, müzikleri aynı olan iki halk, geçmişe inat bir arada yaşamanın yollarını aradılar.
Dostlukla ve kardeşçe bir arada yaşamak isteyip, düşmanlıklar yerine halkların kardeşliğine dayanan tohumlar attılar. Ayvalık’ta bulunan Rum’ların Midilli’ye, Midilli’de bulunan Türklerin’de Ayvalık’a yerleşmeleri sonucunda iki ülke arasındaki siyasi atmosfer nasıl olursa olsun dostluk devam etti. Belirli dönemlerde azalmasına rağmen hiç kesilmedi.
Özellikle son yıllarda Midilli’den Ayvalık’a günübirlik gelip alış veriş yapanların sayısı 45.000’lere ulaşmış, özellikle Perşembe günü Ayvalık’ta kurulan halk pazarından alış veriş yapanların yarıya yakını Midilli’lerden oluşmaya başlamış.
Pazardan ve diğer esnaftan akla gelebilecek her şey alınıyormuş Midili’den gelenlerce. Bu da Ayvalık ekonomisine önemli derecede katkı sağlamış.

Midilli’den gelenler, alış verişin yanında tarihi kentin daracık Arnavut kaldırımlı sokaklarını, bitişik düzende konulmuş taş evlerini gezip görüyorlar. O evlerden sokağa taşan sıcak sohbetlerine iştirak ediyorlar. Annelerinin ve babalarının doğdukları yerlerde, geçmişe vakit ayırıyorlar. Bu ziyaretler onları mutlu ediyor.
Ayvalık’lılar ve oraya gelen tatilciler de uzakta ışıkları görünen komşu adaya karşı duyuyor aynı merakı. Bu arada yeni dostluklar kuruluyor, ziyaretler de çoğalıyor.

Ayvalık, hep ilgi ile izlenen özlemle gidilen ve insanlarda alışkanlık yapan bir sahil kenti. Kendisine ve Ege’ye özgü dokuyu korumasını başarmış. Cunda, özgünlük konusunda rakipsiz. İster Rumlar, ister Türkler yaşasın bu doku her zaman korunmuş ve yaşama geçirilmiş. Ama son bir iki yıl içinde daha önemli gelişmeler kaydedilmiş. İki yaka arasında bu dostluğu ve kardeşliği güçlendirecek ve devamlı kılacak şekilde çalışmalar başlatılmış. Ve bu çalışmaların içinden, Ayvalık’ta bu gün başlayıp (15 Haziran) iki gün sürecek olan bir Kültür ve Sanat Festivali çıkmış.

Ayvalık Belediyesinin, Ticaret Odasının, Ayvalık Otel ve Pansiyoncular Derneği, Sivil Toplum Kuruluşlarının de destek verdiği ve Midilli’de bulunan partnerlerin katılımıyla gerçekleştirilecek olan “Ayvalık-Midilli Kültür Sanat Günleri” 15 Haziran akşamı başlayıp,16-17 Haziran 2007 tarihlerinde Ayvalık’ta gerçekleştirilecek.
Cuma akşamı Leman Sam konseriyle start alacak olan festivalde iki ülke halklarına ait sanatçılar izlenecek, karşılıklı olarak değişik etkinlikler düzenlenecek. Ayvalık, Türkiye’de ki en iyi 10 dalış mekanları içinde bulunuyor. Oldukça fazla dalış noktası var. Çok zengin bir su altına sahip.
Festival, dalış konusunda iyi imkanlar içeriyor. İki halkın müzikleri, yemekleri, filmleri, edebiyatı değişik etkinliklerle sunulacak. Midilli ve Ayvalık’a ait güzel bir eski fotoğraf albümünden oluşan bir sergi var. Ve Eylül ayında Midilli’de tekrarlanacak olan festivalin anılarda hoş izler bırakarak gelecek senelerde tekrarlanması dileğiyle, gidecek olanlara güzel saatler yaşatılacak.

"Şimdi Ayvalık zamanıdır" diyorduk bu mevsimde hep.
Artık, "Ayvalık ve Midilli zamanıdır" diyeceğiz bundan böyle. Ve mutlaka ilave edeceğiz, “dalma zamanıdır” diyerek.
Ayvalık öyle hazırlandı ki dalış için “Su altı sıralamasında biz Kızıl Denizden sonra geliyorduk, ama uzmanlar bizi o sıralamada öne aldılar artık, bu yüzden mutlaka dalmalısınız bizimle” diyorlar. Festival, dalış için güzel imkanlar sunuyor ama en önemlisi suyun öte yakasındaki komşularımızla güzel dostluklar kurulması fırsatı var.
Kaçırmayınız derim, bu gün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var iki halkın kardeşliğine.
Yazı : Bilsen Gürer

14 Şubat 2008 Perşembe

MEXICO

Meksika, yüzölçümü iki milyon kilometre kareye yakın olan bir Kuzey Amerika ülkesidir.
Kuzeyinde ABD, güneyinde ise Belize ve Guatemala bulunmaktadır. Doğusunda Atlas Okyanusu, batısında ise Büyük Okyanus vardır.
Ciudad de México, Ecatepec de Morelos, Guadalajara, Puebla, Juárez, Tijuana, Nezahualcóyotl, Monterrey ve León Meksika'nın en büyük illeridir....

Yüzbeş milyona varan nüfusuyla Latin Amerika ülkelerinin en kalabalık olanlarındandır. Nüfusun %60'ı melez, %10'u beyaz, geri kalanlar ise yerli halktır.
Resmi dil İspanyolca'dır ve Meksika dünya üzerinde anadili olarak İspanyolca konuşan insan sayısının en yüksek olduğu ülkedir.

Meksika, Kuzey Amerika’da târihi çok öncelere dayanan tek ülkedir. M.Ö. birinci yüzyıla doğru körfez bölgesi, Oaxaca, merkezî yayla, çok gelişmiş bir kültür ve sanata şâhit oldular.
Bu durum eski Maya İmparatorluğunun doğuşuna tesir etti.
Bu imparatorluk, 4. yüzyılda târih sahnesine çıkarak yedinci asırdan sekizinci asır sonuna kadar, Yucatan’dan Guatemala’ya kadar genişledi. Aynı dönemde birinci ve dokuzuncu yüzyıl arasında ekonomik ve sosyal yönden Mayalar derecesinde teşkilâtlanmış çeşitli medeniyetler, Oaxaca da, merkezî yaylada ve körfez kıyısında geliştiler.
Bunlara klasik medeniyetler adı verilir. Sonra, 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar gelişen Tula Toltekleri ortaya çıktı. Fakat bunların medeniyeti yeni kabîlelerin tesiri altında değişikliğe uğradı. 987 yılında Maya-Toltek karışımı yeni bir medeniyetin doğmasına sebep olan, yeni Maya İmparatorluğu kuruldu. Aynı dönemlerde kuzey kabîleleri yayla üzerine yerleşerek şehir hayatına geçtiler. Aztlan’dan gelen Mexica kabîleleri 1325’te Tenochtitlon (Mexico) şehrini kurarak, 50 yıl sonra ilk hükümdarlarını seçtiler.

Aztekler, kabîleler arası rekâbetten faydalanarak 1430’dan 1521’e kadar genişleyen büyük bir imparatorluk kurdular. Sâdece Michoacan Taraskları önünde başarısızlığa uğrayan Aztekler; Totonaktası, Zopatekleri ve Mikstekleri hâkimiyeti altına aldılar. İspanyollar ülkeyi ele geçirmek için, Azteklere karşı duyulan kinden faydalandılar.
1519’da İspanyollar, Cortès komutasında çıkarma yaptılar ve Veracruz şehrini kurdular. Meksika, 1535’te İspanyanın genel vâliliği hâline geldi. İspanyol istilâsı, kuzeye ve güneye doğru uzanarak 17. asır sonuna kadar, devâm etti. Ekseriyâ acımasız olan Hıristiyanlaştırma geleneksel dinlerle mücâdele etti ve yerli medeniyet yok edildi.
1571’de Mexico’da engizisyon kuruldu. 1519’larda kesin olarak bilinmemekle beraber, 25 milyon olduğu tahmin edilen yerli nüfus, 1650’ye doğru 1.500.000’e düştü. Ekonomik reformlara rağmen İspanyol idâresi, yerliler ve melezler kadar beyazlar için de dayanılmaz bir hâle geldi. 1810’da İspanyolları ülkelerinden kovmak için harekete geçtiler.
11 yıl süren bir bağımsızlık savaşı sonunda, 1821’de Kral Nâibine Cordoba Antlaşması imzâlatıldı. 1824’te bağımsızlık îlân edildi. Bağımsızlığı, iç ve dış savaşların sebep olduğu yarım yüzyıllık karışıklıklar dönemi tâkip etti. Santa Anna’nın diktatörlüğü esnâsında yapılan ABD ile savaş sonucunda, 1848 Guadalupe Antlaşması ile New Mexico, Teksas, Kaliforniya kaybedildi. 1855’te liberaller başarı kazandı. Bir iç savaş sonunda Juarez muhâfazakârları kazandı, fakat bunlar dış borçları tehir etmek zorunda kaldı.
Bunun üzerine Fransa, İngiltere ve İspanya askerî müdâhalede bulundu. Juarez’in tekliflerini, Lâtin Amerika’da Fransa yararına Katolik bir imparatorluk kurmak isteyen Üçüncü Napolyon reddetti ve Meksika’yı istilâ etti.
Juarez’in başkanlığından sonraki Porfino Diaz’ın uzun diktatörlüğü sırasında (1876-1911) ekonomi, sosyal adâletsizlik ve yerli köylülerin sömürülmesi pahasına gelişti. Diaz’ı düşüren liberal Madero, ihtilâlci halk akımlarını bastıramadı ve 1913’te katledildi.
Carranza karışıklıklar ortasında 1917 anayasasını kabûl ettirdi ve halka yönelik bir siyâset tâkip etti. Obrago’nun başkanlığında (1920-1924) tarım reformunun uygulanması başladı. Bunun bir katolik tarafından katledilmesi ve şiddetli Katolik direnişi sonucunda, kiliseye karşı son derece katı ve bâzan öldürücü bir siyâset başladı. Lazoro Cardenasi, Başkanlığı (1934-1940) sırasında dînî mücâdeleleri yatıştırarak modernleşme politikası tâkip etti. İkinci Dünyâ Savaşından sonra sanâyileşmeye büyük önem verildi